Istanbul’un trafiği falan diye geyik yaparken başımızda bin beter belalar olduğunu unutmayalım.

Ingiltere’de yaşadığım dönemde ülke Tony Blair başbakanlığında Amerika’nın yanında savaşa gitme kararı almıştı. “Stop the War” yazılı pankartlarla 1 milyon kişi Londra sokaklarında yürüyüş yaptı, kimsenin burnu bile kanamadan (http://news.bbc.co.uk/2/hi/2765041.stm). Tamam, birkaç kişiyi tutuklamışlardı ama şiddet uyguladıklarını zannetmıyorum. Zaten Ingiliz polisi silah bile taşımıyor ki belinde. Bir de bizim halimize bak! Protesto etme hakkımızı savunmak için protesto edecek duruma geldik.

TDK sözlüğündeki “protesto” kelimesinin birinci anlamı:

1. isim Bir davranışı, bir düşünceyi, bir uygulamayı haksız, yersiz, gereksiz bularak karşı çıkma, kabul etmeme

Bu ülkede bu kelime TOMA, gaz ve dayak anlamına da gelebiliyor. Sözlükteki gibi birşey beklememek lazım. Çözüm kolay: yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç. E, tabii o çoğunluk da dayak yiyeceği yerde değil, karnını doyuracağı yerde toplanıyor. Çok normal değil mi?

Bazı insanlar en ufak bir sorunda hemen “Off, bu ülkede yaşanmaz!” diye feryad ederler ya, sorsan onlar çok idealisttir. Ama çoğu problem halının altına süpürülür veya çözümleri fikir aşamasında kalır. Kılımızı kıpırdatmayız aslında. Biliriz ki destek bulamayacağız, biliriz ki azınlık kalacağız. Zaten açıkça görüyoruz çoğunluğu: bırak protesto etmeyi, ayakta alkışlıyor bu olanları. Sadece baştakilere değil aslında halkın kendisine de çok şaşırıyorum. (bir yerde bu hükümetin bu halkı temsil ettiği doğru yani!). O çoğunluk bugünkü durumdan hiç şikayetçi değil. Baksanıza olduğu yerden memnun, değişmek zorunda hissetmiyor kendini. Neyi neden protesto etsin ki?

Bizim dünya yüzünde ait olduğumuz yer burası ise, ülkemiz gibi insanımızı da sahiplenebilmeliyiz. Sonradan sahiplenilmiş bir kimlik gibi olamaz; bir kere genetiğimiz Türk yapıyor bizi. Ikincisi de buralarda büyüdüysek davranışlarımızın çoğunu büyürken aile ve çevreden öğreniyoruz. Hatta Dawkins’e göre sosyal yaşam da genetik bir miras. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Mem)

Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysam, Türk kimliğini yanında taşımak, oy kullanmak vb. benim vatandaşlık görevlerimdir. Protesto etmek de öyle olmalı. Eğer bir insanın evi temiz veya huzurlu değilse, bu kendi sorumluluğundadır. Insan bu vatandaşlık sorumluluğundan kaçmak için istese bir sürü bahane bulabilir ama günün sonunda hiçbiri vicdanen rahat olmasına yetmeyecektir. O pis ve gürültülü evde kendisi yaşayacaktır. Nereye gitsen kaçamazsın. Sen Türk’sen, Türk’sün. Kendi insanını anlayıp benimsersen, belki biryerde birgün bir fark yaratabilirsin. Mesela belki protesto etmeyi, daha da önemlisi seni yönetenlere protesto edilmeyi öğretebilirsin.

Vatandaş protesto eder, ama devletin buna ihtiyacı olmamalı. Devlet protestoları dinleyebilmeli, tahammül edebilmeli. Ha, belki sonra hiç umursamadan bildiğini okuyacak! Aynı Tony Blair’in yaptığı gibi… Savaşa Amerika’nın yanında girdiler mi? Girdiler. Hatta askerlerini şehit ettiler. Ama sonra Amerika’nın girdiği ekonomik krize de beraber girdiler, hala daha paçayı kurtarmış sayılmazlar (normalde Türkiye’yi Avrupa örnekleriyle kıyaslamayı doğru bulmuyorum, bu seferki bir istisna).

Tek bir bireyin kendini ortaya koyuşundan yola çıkarak bütün bir ulusu değerlendiremeyiz. Devletin de her protestomuzu dinleyip ülkeyi ona göre yönetmesini beklemiyor olmalıyız. Biz zaten ilk adımda takılıp kalmışız; daha protesto ederken yaşam hakkımızdan oluyoruz! O kadar ilkel ve dar görüşlü bir baskı var ki karşımızda, daha bize bu basit özgürlüğü bile vermiyor. Pankartlar veya yürüyüşlerden değil, gaz bombaları ve plastik kurşunlardan bahsediyoruz. Ölen çocuklar, kör olan insanlar… Kaçıp gitmek istemek de artık çok normal, kalıp direnmek istemek de. Hiçbir norm eskisi gibi değil ve ne yazık ki herşeyin oluru var artık. Biz de iyiye doğru değişmek için herşeyi denemek zorunda kalacağız gibi gözüküyor.


0 Comments

Leave a Reply

Avatar placeholder