Biri ile ilişkide olmanın dışarıdan beklenmesi, bir süre sonra kendinden de bunu beklemene yol açıyor diye düşünüyorum. Aslında bir yere ait olmanın da çok yoğun etkileri var ama o konuya daha sonra geleceğim.

Bu gibi beklentileri oluruna bırakan insanlara özgür ruh deniyor sanırım (hala kendimden emin değilim). Genelde hemen kendine eş bulmaktan açılıyor sohbetler. Aşk gerçekten herşeyi mümkün kılıyor ama herşeyin de özü aşk mı?

Bizim insanımız bunu özdeşleştiriyor ve jenerasyonlar boyunca memlerimize işlemişler.. Bana uygulanan baskı çok minör olmasına rağmen nedense boşverip geçemiyorum. Bu evlilik konusunu tam anlayamadım galiba, beklenmedik oranda rahatsız oluyorum.

Şöyle veya böyle, bir iş ilişki kurup da yürütebilmek zaten kendiliğinden zor. İnsan (veya toplum) bir de bunu evladına ulvi ödev olarak empoze eder mi ya? Çok acımasız değil mi gerçekten, yoksa sadece ben mi daha hassasım? Ya da her neyse işte.. Şimdi hepsinin gereksiz muhabbetler olduğunun farkındayım ve kafama göre yaşamayı felsefe edinmişim zaten, sıkıntı yok. Fakat dışarıya çok tuhaf geliyor. Hakikaten mesela, kapıda bacada gördüğüm insanlar parmağımda yüzük arıyor! Yok efendim 40 yaşına kadar buldun yoksa olmazmış. Herşeyi de biliyorlar. Benim hayatımda neyin ne zaman gerçekleşeceğine o karar emin ki, inanmış anlatıyor.

Karşısındakinin kendi hayatıyla ilgili bir planı olabileceği öngörüsü eksik ya abimizde, onun için normal bir tepki burun sokması. Aslında müsaitsen kendine de beğendi ama ben o konuya hiç girmiyim şimdi.

Kendisi asla bunun karakter boyutunda alaycı ve kalp kırıcı bir saldırı olduğunu anlayamaz, onu beklememek lazım. Ama inan ki o kendince bir abilik yapıyor sana. Hızlı 20’li yaşlar yüzünden 30’ların başında damgalanan kadınlar güruhu olarak, ufak çapta aydınlanmalarımızı bu gibi sapık abilerimize borçluyuz! 🙂

***********

Zaten çok sorumluluk insana gerçekten iyi geliyor olamaz. Gerçi diyceksin ki; dünyadaki insanlar bunu bu güne kadar çözemediler mi? Ben de ara ara, kendimi kötü hissettiğimde düşüncelere dalıyorum; hep üzerime omuzlarıma bindirilmiş mecburi yükler yüzünden bu kariyer telaşına girdim, ne gerek vardı gibi geliyor. O zamanlarda kendimi suçluyorum, bunu kontrol edemedim diye. (gayet tabii birçok insana benziyorum bunu yaparken). Bunalınca daha basit bir yaşam olsaydı diyorum. Eski tarzlara dönmek, sadeleştirmek istiyorum hayatımı. Belki de tüm güzelliğini görünür kılmak için, bilemiyorum.

Tamam şehirde doğmuşuz ama daha doğal bir ortamda yaşıyor olmak istiyoruz hepimiz. Ne bileyim mesela, sörfü yapmadığım her gün özlüyorum hala. 1 sene yaptım yetti diye birşey yok ki; ruh bu, zevk bu. Bu durumda hiç irdelemeyip üzerine gitmemek mi daha iyi bilemiyorum. (gerçi benim için sörf konusunda fiziksel engeller de vardı). İnsan herhangi bir konuda kendini zorladığı zaman onun zevkini kaybediyor. Fakat tadında yapmaya devam ettiğin zaman, hem hiç bunalmıyorsun, hem de kendini ona bağlamıyorsun. Bu hayatında en çok sevdiğin şey bile olabilir ama zorlayınca bir şekilde boku çıkıyor. İlişkiler de böyle…

Diyeceğim o ki; evlilik veya ayrılıklar bizi tanımlamak zorunda değil. İnsanları tanımlayan ve birşeylere ait kılan çok daha fazla boyutta çok daha çeşitli mutluluklar var. Benim tek itirazım buradaki önyargı.

***********

Bir insan için hayatta herhangi birşey çok özel olabilir veya aynı şekilde, hiçbirşey diğerinden fazlasını zevkine sunmayabilir. Mesela BJJ’ye başlamak beni çok daha sosyal bir insan yaptı. Ondan önce yogada kendimi buldum, şimdi de daha ileri gidip yüzme sporunu psikyatrik terapinin yerine kullanmayı deneyeceğim falan! Anlatabiliyor muyum? Sadece laf olsun diye, aklıma geldi diye, heves ettim diye, devamlı kendimi değiştirip geliştirebilirim! O yüzden bu kalıplaşmış baskılar epey antika geliyor, dışarıda o kadar fazla ihtimal varken… Uzun yıllar -gene başka insanların yorumları yüzünden – kendimden şüphe etmiştim; tek bir hobi edinip sadece ona konsantre olamadığım için birçok defa başarısız olduğum söylendi. Bu doğru tabii, çok yönlülük de bi yerden sonra verimli olmuyor. Yakın zamana kadar buna o kadar çok üzülürdüm ki; inanılmaz ezilirdim! Ama şimdi işler değişti. Sağlık, zaman veya para yetişmemeye başlayınca iyi ki hepsini denemişim diyorum. Hatta bazen dizlerime ağrı girdiğinde bile tebessüm ediyorum 🙂  Fırsatı varken kendi denememişler, çocuklarını da bu güzelliklerden sakınacak olanlar düşünsün.

paul-beinssen-lotus-flower-indonesia

Konu başka yönlerde de ilerliyor tabii. İsteklerimi, seçimlerimi, kararlarımı düşününce… Yurtdışında olmanın cazibesi daha özgür ve rahat bir hayat mıydı mesela? (O konuda da tetikte olmak istiyorum bu ara, sanki herşey olabilir, yepyeni teklifler gelebilir gibi hissediyorum… Some wishfull thinking never hurt anyone!) Avrupa, Ingiltere veya Amerika – Türkiye’ye kıyasla – hem daha özgür hem de daha konforlu bir yaşamı temsil ediyor etmesine de, yaşanmadan görünmeyen bazı gerçekler de var: Mesela, İngiltere’de yaşayan bir Türk, Ingiliz hükümeti tarafından her türlü zorlanıyor, bürokratik işkenceye maruz kalıyor. Fakat buna rağmen kendi ülkesinden daha çok dışarıyı tercih ediyor! Bence asla oraya ait hissetmeyelim diye yapıyorlar ayrı konu, çünkü oraya yerleşirsek onları da bozacağımızı düşünüyorlar. Bu da doğru, kalabalık gidebilsek kesin bozardık. Hiç gidemedik kendimizi bozuyoruz. Bu evlilik senaryosu baskısı gün geçtikçe kendimize söylediğimiz bir yalana dönüşüyor. Maalesef en olmayacak kişiler bile (benim gibi) bir süre sonra aidiyet hissinin eksikliğini sorguluyor. Halbuki bunun basit bir toplumsal gereksinim ile alakası bile yok. Aidiyet denen hissin yokluğu da ayrı bir tattır, aramak seni olgunlaştırır, sabır verir. Eh, bulunca da (canım ülkem Türkiyem) kendinden geçemezsin, ama yepyeni bir çeşit huzur ve kabullenişle hafiflersin…

Bir yere ait hissetmek için oranın ev olması da şart değil yani.. Benim evim şimdi Türkiye, ama kendimi Hollanda’ya ait hissedebilirim! Yanımda koca olmuş, olmamış bunun konuyla alakası yok bence. (bireysel bütünlüğü ile alakası olabilir belki).

Basıp Avustralya’ya gitmeme insanların nasıl şaşırıp, abarttıklarını ve bu olaya karşı verdikleri aşırı tepkileri çok iyi hatırlıyorum. İnsanoğlu hep kendi penceresinden bakıyor herşeye; örnek: “Ayy, ne güzeeel, Avustralya mııı! Ay gidince inşallah orada bi sörfçü sevgili bulursun!” Gayet konuya odaklı, hedefe kitli ama biliyorum da iyi niyetli dualar bunlar 🙂  Fakat biraz irdeleyince, aslında söyleyenin kendi için mi dedirtiyor. En basitinden ben zaten sörfçüyüm, ve sörfçülerle takılmak benim için yeni birşey olmayacaktır. Ama down under’da dünyayı keşfetme kısmına bu arkadaşımız kaç dakika sonra gelecek, geldiğinde ne kadar heyecanlanacak? O da başka bir hikayenin konusu.

Bu soru ve benzerleri tabii gülünç oluyordu, ama ardı arkası döndükten sonra da uzun süre kesilmedi. Benim çoğu zaman hoşuma gidiyor bu ilgi,  ve hep gülgeç’imi yapabiliyorum. Fakat bu merakın gerçek olmadığını bildiğim için, ve insanlar bu konuyu her zaman öylesine açmadıkları için (gereksiz uzatıldığı durumlarda) ben de bir yerde geriliyorum.

Her neyse…

Dünya hızlıca dönüyor ve ben halen yeniden doğuşuma gözümü açmaya çalışıyorum. Fakat hiç acelem yok gibi.