İnsan bağ kurmaya mecbur bir varlık.

Bunu inkar etmenin veya yok saymanın bir anlamı yok.

Yaşam ve ölüm başlıbaşına bunu anlamak için yeterli.

Yaşamla ölümü tam olarak anlamak mümkün değil zaten. Sadece bir parçan koptuğu zaman veya bir parçası gibi hissettiğin kişi gidiverdiği zaman hissediliyor. Ama gerçekten gitmesi gerekiyor. Öyle küstüm ayrı düştüm gibi değil. Artık yok. Ne kadar ağır bir cümle!

Zihin bu yüke fazla dayanamıyor mu nedir, hemen algılayamıyor zaten. Aradan epey zaman geçiyormuş meğerse, pek fark edilmiyor da aslında. Bir kaptırıyor bir bırakıyor sanki, daldırıp çıkarıyor ruhunu hüzüne, özleme, çaresizliğe… Büyük bir iç savaş başlıyor, var mıyım, yok muyum? Bir varmış, bir yokmuş… Masal gibi, bambaşka şeyler oluyor. Tabii, izin verirsen. Vaktin ve halin varsa oturup izlemeye.

O zaman biraz renkleniyor etraf. Hepsi neşeli değil tabii bu renklerin. Her renk var! Güzeli artık uzun uzun bakabiliyorum onlara. Ne kadar kapsamlı bir düzenin var olduğunu, “ben”im de bunun tam merkezinde oluşumu, ayrıca ona ne kadar mecbur olduğumuzu ve bütün bunların ne kadar beklenmedik ama nihayetinde kaçınılmaz olduğunu…

Bakarsan görüyorsun canım.

Tam yanı başımdan göçüp gittiği an (ya da anlar) görüyorsun işte onun nefesi tükeniyor. Lakin ben soluk almaya devam ediyorum. Pek de emin değilim. Boşuna başın sağ olsun demiyorlar, aklına mukayyet olmak lazım. Algılaması neredeyse imkansız. Bu anlamsızlığa biraz daha dayanabilirsen (yani sakince durabilirsen) hemen sonra, onun ruhundan hissedilir bir bölümü kuş gibi uçup seninkine yerleşiyor. “O gidince ruhu ile bağım kuvvetlendi” derler ya, öyle anlatırlar şiir gibi. Hiç bu kadar hakiki bir geçiş olabileceğini tahmin edemezdim.

Konuyor oraya kuş gibi, yerleşiyor kendi yuvası gibi. Çok da güzel oturuyor.

Tam oturuyor.

Büyütüyor içini.

***

Küçükken “bağımsızlık” deyince bağ kurulması gerekmiyor zannederdim. Halbuki şimdi geriye bakıyorum da; özgürce yaşarken çok köklü bağlar kurabilmişim. Ya da birinin dibinde günlerce oturuyorken çok uzaklardan bakabilmişim.

Bir insan diğeriyle bağ kuramasa da illa ki başka bişeye bağlanıyor. Bir hayvan, doğanın kendisi hatta eşyalarıyla bile bağ oluşturuyor, kurmaya çaba göstermeden o boşluk öyle kalmıyor. Hiç düşünmeden, kendiliğinden. Nefes gibi. Bir alıp bir veriyorsun. Ben kurmam diyene pek inanmamak lazım.

***

Şimdi çoktan kurulu olan bağları fark ediyorum. Şunu sağlamlaştırayım, şundan da ayrışayım artık gibisinden. Netleşti çok şükür. Kayıp yaşamak hepsini bir bir ortaya çıkarttı.

Yas süreci bir kişinin ölümünden çok daha derin ve geniş bir manaya sahipmiş.

Kendi var oluşumun sebeplerini sorgulatan, kimliğimin etki alanlarını gün ışığına çıkartan, zihin ve egonun konfor alanlarının hepsini kapsayan bir zelzele gibi. Artçıları devam etmekte.

Bu dönemi onurlandırarak, korkunçluğunu ve güzelliğini aynı anda hissederek yaşamak güç. İnsan kaçmak istiyor. Kaçtım da koşabildiğim kadar. Bir canlı ölümü yanı başında görünce n’apsın?

Her an korkmaya değer! O kadar güzel ki…

***

Bağ kurmak, yakın olmak anlaşılmaktır diyorlar.

Beni anladığı için onu severdim ama bu kadar içimde hissetmezdim doğrusu. Daha çok dışarıya yansırmış sanki. İç dış birmiş gibi o zamanlar…

Şimdi birazım ayrıldı, içeri bakıyor.

Beni bu kadar iyi tanıyan birinin sadece bir insan olduğu gerçeğine ne demeli? Geç anlıyor insan bunları.

Bir gün öleceğini, akıl, mantık ve herkes yüksek sesle söylese de, zaten bütün gidişat gözlerimin önünde tezahür etse de; zihin bunu almıyor. Bünye kabul etmiyor. Çok bağıra bağıra olunca ters mi tepiyor hayal gücü? Anlamak mümkün değil.

Bir insandan çok ötesiydi, orası öyle. Ama sadece bir insandı. Aynı benim gibi, senin gibi.

Bağ kurabilmek gelişmiş bir insanın işiymiş diyorlar.

Bence hep “gelişmekte olan”…

Sevmekte olan.

***

Ya böylesine sevemeyenler? Bağ kurmayı hiç bilmeyenler?

Yasın içimden geçmesine müsaade ettiğim için bazıları beni anlayamıyorlar. Halbuki hakkını vererek yaşadığım ilk ayrılık bu. Ruh halimi başka şeylere sebeplendiriyorlar. Başta anlamıyordum hatta kızıyordum. Fakat onların da bir ego zihin programı var; belki kaçıyor veya unutuyor. Hatta hiç bilmiyor. Kimse bilmek zorunda değil zaten diğerini. Diğeri diye bir şey olmadığı için…

Dünya gözüyle gönül gözleri açılırsa…


0 Comments

Leave a Reply

Avatar placeholder