İstanbul’da yaşarken kişisel alan ihlali günlük hayatın bir parçası oluyor. Trafikte, asansörde, otobüste ve hatta restoranda.
Anjelique adındaki şu meşhur gece klübüne gittik. Keriz gibi içki başına 50 küsur TL verdikten sonra bir de garsonlardan biri peş peşe üzerime çıktı. Otomatik olarak arızaya bağladım ve onu uyardım hatta şikayet edeceğimi söyledim. Bu kadar dikkatsizlik olamaz diye düşündüm! Tabii farkında değilmiş ve sonra hiç birşey olmamış gibi koştura koştura servisine devam etti. Yani altını çiziyorum: bana “sürtünmüş” olduğunun aslında farkında bile değildi. Sinir seline kapılıp, inanmayı reddettim. Kadınların böyle mekanlarda içkinin de etkisiyle yaptıkları agresifliklerin en yaygını olan “herkesten ve herşeyden şüphe duyma” yanılgısına düştüm.
İnsanlar gerçekten bu kadar vurdumduymaz mı acaba? Senin kişisel alanın o garson için ne kadar önemli? 2 saniye kendini düşünmeyi bırakıp adamın yüzüne baksan aslında kimseye sürtünmeye ihtiyacının olmadığını, can derdinde içki servisi için ter döktüğünü görebilirsin. Acaba sana cevap vermeye, beklediğin özürü dilemeye vakti veya hali var mı? Adamın aklından bile geçmemiştir senin cinsel kimliğin hakkında kurduğun senaryolar, sosyal değerler ve bütün o zırvalıklar. Çünkü burası Türkiye ve orası İstanbul Boğazında bir gece klübü. İşte o zamanlar işin bu empatik boyutunu göremiyordum ve inanılmaz bir haksızlığa uğramış gibi hissediyordum. Sebebi alkol mü, sosyal baskı mı, yoksa çocukluk travması mı pek de farketmez çünkü belli ki sorun servis sektöründe değil, bendeydi.
Bu sorunumun – neredeyse bir içgüdü gibi – bilinçaltımın çok derinlerinden gelen bir dürtü olduğunu sonraki senelerde hipnoz seansları sayesinde anlayacaktım. Çünkü bunu sadece kötü bir gün geçiriyor olduğum için değil, istisnasız her kişisel alan ihlalinde canımı bu kadar sıktığını söyleyebilirdim. Farketmemi sağlayan bir şey de Türkiye’ye dönüşüm oldu. Birçok batı ülkesi insanının bu kişisel alan ihlalinden ödü kopuyor! Büyük ihtimalle benim gibi rahatsızların feci bir tepki verme olasılığından korkuyorlar. Bence korkmakta haklılar çünkü çoğu zaman sadece insanın korkusu sayesinde büyük zararlar engellenebiliyor.
Fakat benim egom asla susmuyordu: sonuçta oraya rahatlamaya gelmişim benim alanıma girilmesin! İçkiler, giriş parası, park parası toplanınca karşılığını alma hissi sanki hayvansal bir içgüdü oluyor. “Sadece biraz dikkat yeterli” diye ısrar ediyorum zihnimde, neredeyse o ufacık nezaket için yalvaracak noktaya geliyorum. “Aman, yavaş! dediğimde bile mi duyulmadı ya?” veya “Şikayet de ederim gerekirse!” Bu tepkiyi birçok insan yaşamıştır ve biliyorsunuz o konuşan mantığınız değil.
Belirtmeden geçemem: kadın olmak sadece Türkiye’de yaşadığım bir ağırlık; ve bu yüzden zihnim resmen ayrıcalık istiyor etraftan! Bu ağır toplumsal baskının intikamı gibi cinsiyetim için hürmet bekliyor ve alamayınca da etrafa saldırgan davranışlar sergiliyorum. Ne kadar saçma olsa da bu hissin tanıdık gelmediği bir kadın yoktur çevremde – belki bunu kendilerine bile itiraf edemiyorlardır. İşin doğrusu kadın ve erkeğin eşit yaşayabildiği, sosyal olarak daha dengeli ülkelerde bu sorunu hiç yaşamıyordum örn: İngiltere, Avustralya. Türkler olarak bu durumu daha çok farketmeli, daha detaylı anlamak için üzerinde konuşabilmeliyiz. Basit gözükse de sosyal ilişkiler hayatımızın gidişatını yönetiyor. İnsanın içinde bulunduğu toplumun yaşam kalitesini yükselten, kendini daha hoş ve güvende hissettiren ufak değişikliklere vesile olabilir.
Bu olayın benim için en utanç verici tarafı ise servis sektöründe yıllarca garsonluk yapmış biri olmama rağmen “müşterilik” sıfatını da kötüye kullanmam oldu. Bu hak sahibi olma ilüzyonu alkol ile birleşince extra müdahale isteği ve bu “yanlışı” ortaya çıkarma dürtüsü ve haklı olmanın verdiği çarpık gururu ortaya çıkardı. Geriye dönüp bakınca epey çirkin bir görüntü… Ego sayesinde insan bu tip şeylere kör oluyor.
Aslında sanılanın aksine her insanın kişisel alan kavramı ve ihtiyacı var. Hala görüyorum ki birçok insan benim o akşam yaptığım gibi bu gibi durumları içselleştiriyor. (Birçok insan: gereğinden fazla insan).
Birkaç örnek verelim bakalım tanıdık gelecek mi:
- yazın metrobüste yan yana dururken bir hanımefendinin kolunu sizinkine yapıştırması hatta yaslanarak destek alması,
- restoranda masanızın tepesinde bir adamın diğerini yüksek sesle çağırması,
- dolmuşta yayılarak oturan gençler, bacaklarını iki yana umarsızca açan adamlar
- zaten sıkışık trafikte otoparktan çıkmaya çalışan arabaya o 3 metrelik yolu bile vermemek,
- öndeki araba sokağa dönerken 2.5 saniye bekleme yaptı diye elini direksiyona yapıştıran sürücüler
Bu işte o vatandaşını hor görmek değil de sanki kendi iç huzurunu bulamamış olmaktan kaynaklanıyor olabilir mi? Saygı duymak gerek vb. birçok ileri kültürel sebeplendirme yapılabilir ama bu gibi toplumsal çıkarımlar Türkler gibi bu kadar amigdalası küçük bir millet için ne kadar doğru olacak? Dediğim gibi çocukluk travması gibi çok kişisel bir konu ise “topluma saygı” bana hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bunları hepimiz yaşıyoruz fakat ilkel kaldığımız konuları kendimize itiraf edemiyorsak daha iyisini hak ediyor muyuz emin değilim.
Gel gör ki; ben de bu ilkel toplumun genetik havuzdan biriyim ve hiç empatik bir insan sayılmam. Anjelique denen rüküş gece klübünde, 1 bardak votka tonik içip biraz para harcadım diye karşılığında prenses muamelesi bekledim. Gayet tabii bütün bunlar sadece şımarıklık da olabilir, denemek lazım. İmkanınız varsa gidin siz de kendinizi test edin; prenseslik / prenslik duygularınız bakalım yüzey yapıyor mu. Belki de bütçem el verseydi padişah koltuğu gibi tam ortaya yerleştirilmiş koltuklarda oturup bir “şişe açtırabilmek” ben de isterdim doğrusu. Zaten bunu isteyelim ve sanki matah bir şeymiş gibi biz de özenelim diye koyulmuş o koltuklar. Herkes 100 – 200 TL karşılığı kendini bu hayal ürünü hiyerarşinin ortasında bulabilir. Ucundan siz de dahil olun tadını alın. Tecrübeleriniz ve yorumlarınız farklı olur, yorumlarda paylaşırsanız güzel olur.
Not: Dört sene önce gerçekleşen bir olayı şimdi çok farklı gözle değerlendirdiğim için düzeltmeler ve eklemeler ile tekrar yayınlıyorum.
0 Comments